35,5687$% 0.39
36,6646€% 0.14
43,4371£% 0.05
3.093,89%0,03
2.707,02%-0,31
9.945,71%0,80
3640750฿%3.8954
Günümüzde Türkiye’nin en önemli sorunu, son birkaç yıl içinde, Suriye iç savaşı ile başlayan ülkemize yabancı göçü sorunudur. Bu gelişmeyi daha sonra Sudan, Pakistan, diğer Afrika ülkeleri ve nihayet son zamanda Afganistan’dan gelen sığınmacı göçü izlemiştir. Üstelik Afgan sığınmacılar, hiçbir kontrol olmaksızın, kalbura dönen İran sınırından elini kolunu sallayarak girmektedir. Hatta bu gelişlere İran aracılık etmekte, Afganistan sınırından aldığı bu sığınmacıları TIR’larla getirip Türkiye sınırına bırakmaktadır. Sonrasında ise kimi Türk aracı kişi ve kuruluşlar, gelecek Afganlar için dinlenme tesisleri bile yapmıştır. Van ili hudutlarında yapılan bu tesislerin daha sonra yıkıldığı söylenmiştir. Bu tablo iğrenç bir “insan ticareti” olarak ortadadır. Afgan sığınmacılar diğerlerinden farklı olarak sadece erkeklerden oluşmakta, yanlarında kadınlar ve çocuklar bulunmamaktadır. Bu tablo Taliban’dan kaçıştan çok, Türkiye’de sanki bir görev üstlenmeye hazır güç niteliğinde bir görünüm vermektedir. Her gün 2-3 bin Afgan ülkemize giriş yapmaktadır. Diğer sığınmacılarla birlikte bu sayı 6-7 milyonu bulmuştur. Ayrıca Suriye sınırında da 4 milyon dolayında Suriyeli potansiyel sığınmacıyı da Türkiye beslemektedir. Toplam olarak 10 milyonu aşan bu nüfus 26 Avrupa ülkesinin nüfusundan fazladır.
Bu tablo asla sürdürülebilir değildir. Gerçekten sığınmacı akını sonucunda Türkiye’nin demografik yapısı hızla değişmektedir. Kimi yörelerde bu kişiler Türk nüfusunun önüne geçmiştir. Türkler kendi ülkelerinde hızla yabancı konumuna gelmektedir. Hatta kimi bölgelerde Suriyeliler başta olmak üzere sığınmacılar Türklerden rahatsızlık duymaktadır. Büyük kentlerde “gettolar” ve Suriye Mahallesi, Afgan Mahallesi gibi mahalleler oluşmaktadır. Belki de gelenekleri icabı, Araplar kimi zaman Büyükada gibi ülkemizin en elit yörelerinde ya donla denize girmekte, kimi zaman asker giysileriyle, kimi zaman da şalvarlarını kuşanıp halkın arasına karışmaktadırlar. Geceleri deniz kıyılarında bir çarşaf üstünde uyumaktan çekinmemektedirler. Bu görüntüler medyaya sık, sık yansımaktadır. Ülkemizin kucağına resmen bir “demografik bomba” konulmuştur ve yakın zamanda patlayabilir. Bu durum üniter devlet yapımızı ciddi biçimde değiştirilmektedir. Federe İslam Devleti Türkiye’de aşama, aşama yürürlüğe konulmaktadır. Dikkat edilirse gelen sığınmacıların büyük bölümü “müslüman”dır. Anlaşılan o ki, ortadaki bu tablo mevcut siyasi iktidar tarafından desteklenmekte ve vatandaşlık verilenlerin oylarının akp’ye gideceği hesaplanmaktadır. Kısacası bu göç olayından bir “siyasi rant” çıkarımı hesapları yapılmaktadır.
Şimdilerde Suriyeliler; “bir yere gitmiyoruz” demekteler. Niye gitsinler ki, bu topraklarda ekmek elden, su gölden yaşamaktadırlar. Hastane masrafları, tedavileri devlet tarafından karşılanmaktadır. İlaçları ücretsiz verilmektedir. Ayrıca ceplerine de para konulmaktadır. Bu harcamaları da, verdiği vergilerle Türk halkı ödemektedir. Suriyeliler bayram geldiğinde guruplar halinde ülkelerine geçip, bayram sonunda yine Türkiye’ye dönmektedirler. Görülen o ki artık ortada bir güvenlik sorunu da yoktur. Bu nedenle anılan kişiler ellerini, kollarını sallayarak gidip gelmektedirler.
Bu konu çok ciddi bir “ulusal güvenlik” sorunudur. Bu tablonun nedeni “Milli Dış Politika” yokluğudur. Bunun zaten uygulanma şifresini Erdoğan yıllar önce vermişti. Ne demişti, anımsayalım: “Biz milliyetçiliği ayaklar altına aldık”… Oysa bu konu ülkemizin gerçek anlamda bir “BEKA” sorunu olmuştur.
AB ise 3-5 milyar vererek bu sığınmacıları Türkiye’ye hapsetmektedir. Merkel yakında bunu açıkça deklare etmiştir. AB yolunuz kapalı ama size para vereceğiz” yaklaşımını bir kere daha sergilemiştir. Oysa bu göç sorunu sadece Türkiye’nin sorunu asla olamaz. Bu evrensel bir sorundur. Daha önce defalarca yazdım ve televizyonlarda da dile getirdim. Bu kişiler BM bünyesinde yapılacak düzenlemelerle tüm uluslarca, ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarına göre “P A Y L A Ş I L M A L I D I R…” Ama günümüzde bu yolda bir girişim ne bu siyasi iktidar tarafından yapılmış, ne de uluslararası toplum bu konuda bir adım atmıştır…
Afgan göçü faciasının yaşanmasının bir nedeni de Biden’ın ABD Askerlerini bu ülkeden çekme kararıdır. Çünkü ABD bu ülkede yaklaşık 3000 şehit vermiştir. Günümüzde kelle kesici Taliban ülkenin % 85’ini kontrol etmekte ve Kabil’e yaklaşmaktadır. Bunu gören Biden şimdi resmen ülkeden kaçmaktadır. Bu aslında anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Ama asıl anlaşılmaz yaklaşım, Erdoğan’ın Biden ve ABD ile ilişkileri düzeltmek ve bu ülkeye şirin gözükmek için, bu tehlikeli göreve talip olmasıdır. Niye Türk askerini Erdoğan ateşe atmaktadır? Yanıt açık ve nettir. Erdoğan kendinin ve ailesinin mal varlığının ABD tarafından açıklanmasından korkuyor. Bana dokunma ve beni sev (Love me Sir…), ben de seninkiler yerine kendi askerlerimi ölüme göndereyim.
Ayrıca Erdoğan devam ediyor: Eyyy Biden; sen TV’de dünyaya Ermeni olayını “jenosid” olarak ilan ettin. Benim “tık”ın çıkmadı. Sineye çektim oturdum. Sen de Halk Bankası dosyasını açtırmazsın artık… Reza Zarraf’ın itiraflarını kal’e almazsın. Kızma işte, bak S-400’leri kullanmayacağım. Hangarlara attım gitti Fetullah Gülen’in iadesi konusu bir daha dillendirmeyeceğim. Yunanistan’da askeri üs kurdun. Sustum. Niye beni sev diye Sir. Bak, “HÖT” dedin, tüm sismik araştırma gemilerimizi limanlara çektim. Petrol, gaz benim için önemli değil. Benim mal varlığım ve koltuğumu korumam önemlidir. Bana dokunma diye yaptım bunları sevgili Biden… Askerini “kurbanlık koyun gibi”, kelle kesen Taliban’ın önüne sür dedin. Sürüyorum işte. Dediğini yaptım. Kızma yani… Askerinin canını pazarlık masasına koy dedin, koydum. Yeter ki dokunma bana, ben zaten yorgunum. Zaman, zaman TV yayınlarında uyukluyorum. Etme eyleme…
Evet, maalesef son tablo budur. “Uluslararası ilişkiler çıkarlar üzerine kuruludur. Erdoğan’ın Hamit Karzai Havaalanını savunmaya gitmesinde kişisel çıkarı olabilir, ama benim Türkiye olarak orada bir çıkarım yoktur. Yarın sıra, sıra şehitler geldiğinde ortayı feci bir tablo çıkacaktır. Ne işim var benim orada???… Her Türk bu soruyu sormalıdır. Bu sürekli ödün veren “gayrı milli” dış politika ile ülkemizin gideceği yer kalmamıştır.
Yabancı göçünün durdurulması konusu ivedi bir “referandum” ile mutlaka “Türk halkına” sorulmalıdır. Demokrasilerde referandum yöntemi önemli konularda sık, sık uygulanır. Sorulacak soru şudur:
SIĞINMACI GÖÇÜ DURDURULSUN MU?
EVET HAYIR
Sonuç “evet” çıkarsa, sınırlar bu tür göçe kapanacak ve illegal yollardan ülkemize giren sığınmacılar, ülkelerine iade edilecektir. Kendilerine Türk vatandaşlığı verilenler kazanılmış hak sahibi olduklarından bu uygulamanın dışında tutulabilirler. Bu konu, Türkiye Cumhuriyetinin “BEKA” konusudur. Doğru Parti olarak biz referandum konusunu önümüzdeki günlerde Türk kamuoyuna ayrıntılı biçimde sunacağız…
Devam edecektir…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.