DOLAR

35,5594$% 0.16

EURO

36,5618% -0.36

STERLİN

43,2938£% -0.53

GRAM ALTIN

3.080,73%-0,39

ONS

2.700,74%-0,53

BİST100

9.977,94%1,13

BİTCOİN

3712672฿%0.1917

a

Tarihten Günümüze Türk-Arap İlişkileri

Tarihten Günümüze Türk-Arap İlişkileri
1

BEĞENDİM

Türkler ve Araplar arasındaki ilişkiler çok eski devirlere kadar uzanmaktadır. Kaynaklarda ilk etkileşim yeri Kafkaslar olarak bilinmektedir. Kafkaslardaki Derbent bölgesini aşan Sakalar Azerbaycan’ın kuzeyine ulaşarak hakimiyet kurmuşlardır. Yine İslam öncesi kaynaklarda verilen bilgilere göre Hazarlar’ da Derbent civarını aşarak Musul ve Hemedan şehirlerine kadar gelmişlerdir. Türk Arap ilişkilerini başlatan diğer bir gelişme de Arap Yarımadasının kuzeyinde bulunan Gassani ve Hire devletçikleri sayesinde olacaktır. Bir sonraki aşamada ise Sasaniler ve Bizans arasında yapılan silahlı mücadeleler de Hazarlar, Avarlar ve Göktürkler de etkili olmuşlardır. Bu gelişmeler esnasında Müslümanlar Ehli-Kitap sayılan Bizans tarafını desteklerken Mekkeli müşrikler ise İranlıları desteklemiştir.

Türk-Arap ilişkilerini genişleten diğer bir husus kuşkusuz ticaret faaliyetleridir. İpek Yolu ticareti eski çağların en önemli ticaret yollarından biri olmuş ve Türk devletleri bu yolu sıkça kullanmışlardır. İki toplum arasında yaşanan karşılıklı etkileşimler dönem dönem bazı sorunları da ortaya çıkarmıştır.

1.    İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ

Türk Arap ilişkileri ele alındığında Arapça dilinde henüz Cahiliye dönemlerinde “Türk” adının sıkça telaffuz edildiği görülmektedir. Bu dönemde atasözleri ve şiirlerde dahi Türk adından sıkça bahsedilmiştir. Dönemin kaynaklarında Türklerin savaş meydanlarındaki kahramanlıkları yansıtılması iki toplum ilişkilerine örnek oluşturmuştur. [1] “Hassan b. Hanzala, Nâbiga el- Zubyânî, Avs b. Hacar ve Şemmâh b. Zirâr gibi şairlerin özellikle Türklerin savaş meydanındaki kahramanlıklarına vurgu yapan ve askerî açıdan devrin en donanımlı kavmi olduklarını hissettiren deyişleriyle Türk-Arap münasebetlerine ışık tuttukları düşünülmektedir.”

İslamiyet öncesi Türk Arap ilişkileri iki toplumun birbirinden uzakta bulunması hasebiyle komşu ülkeler aracılığıyla gerçekleşmiştir. Özellikle V. yüzyıldan itibaren Batı’ya yönelen Türkler Sasaniler ile etkileşime girmişlerdir. Sasani hükümdar Kavad Türkler ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Göktürkler döneminde de kendileri için tehdit oluşması sebebiyle Türkler ile sıcak politikaları sürdürmüşlerdir. Hatta Göktürk kızı ile akrabalık kurmak amaçlı evlilik yapan Sasani hükümdarı Nuşirevan, Araplar ile yapılan savaşlar da kendilerine Türk desteği kazandırmıştır. Sasaniler aracı olması ile başlayan Türk-Arap ilişkileri artarak devam etmiştir.

2.    HZ. PEYGAMBER DÖNEMİ TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ

 

Hz. Peygamber döneminde Türk-Arap ilişkileri Peygamberin hadisleri çerçevesinde ön

plana çıkarılmıştır. Burada bir önemli husus ise bu hadislerin ne kadarı itibarı ile peygambere mesnet edilmesi gerektiğidir. Hz. Peygamberin bizzat kendisine ait olduğu söylenilen hadislerde Türklere karşı temkinli olunması gerektiğini vurgulamıştır. “Türkler size dokunmadıkça sizde onlara dokunmayınız” şeklinde ifadeler yer almıştır. Buradan hareketle Sasaniler dönemiyle süregelen ilk Türk-Arap ilişkilerinin Hz. Peygamber döneminde sürdüğü anlaşılmaktadır. Yine Hz. Peygamberin kendisine ait olduğu aktarılan hadislerin birinde Abbasi iktidarına Türklerin son vereceği bildirilmektedir.

           Türk-Arap ilişkileri kapsamında Hz. Peygamber dönemine ait bir diğer önemli bilgi ise

Hendek savaşları sırasında Peygamberin “Kubbetü Türkiyye” adlı çadırda istirahata çekildiği kaynaklarda aktarılmıştır. “Türk” adının burada da görülmesi ilişkilerin varlığına ispattır.

3.    HULEFA-İ RAŞİDİN DÖNEMİ TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ

 

İlk halife Hz. Ebubekir İslam’ı geniş coğrafyalara yaymak adına Arap Yarımadası dışında Sasaniler üzerine giriştiği mücadeleler sırasında onlara yardım eden Türkler ile de karşılaşmıştır. Türk ve Arap toplumlarının doğrudan ilişkiye geçmeleri ilk İslam fetihlerin başlaması akabinde olmuştur. Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde İslam devletinin artan fetih hareketleri neticesinde 642 yılında Nihavent savaşı sırasında Türk ve Arap komutanlar karşı karşıya gelmiştir. Fakat her iki tarafında farklı meşguliyetleri dolayısı ile savaş yaşanmamıştır. Bu ilk Türk ve Müslüman karşılaşması olmuştur. Yine Hz. Ömer şehit edilince Toharistan ve Horasan da ki bazı şehirler Türkler tarafından geri alınacaktır. Hz. Osman halifeliğinde belli bir kısmı Türk hakimiyeti altında olan İran tamamen alınmıştır. Bu fetih sonrası Sasaniler vasıtasıyla Kafkaslarda Hazar Türkleri ile savaşan Araplar Kafkasya’da egemenlik kuramamıştır.

4.    EMEVİLER DÖNEMİ ORTA ASYA’DA TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ

 

Arapların Orta Asya’da egemenlik kurmaları Emeviler dönemine tekabül etmiştir. Halife Muaviye’nin iktidarında Emeviler: Büst, Kabil, Sind, Belh, Sistan ve Merv şehirlerini ele geçirmiştir. Hatta Merv şehrini ordugah olarak kullanmıştır. Elli bin askerden oluşan ordu Orta Asya fetihleri için Merv’de konuşlanmıştır. Orta Asya merkezli Arap fetihleri yeniden gerçekleşmiştir. Bir rivayete göre Buhara üzerine yapılan sefer sonunda 4 bin Türk askeri de Arap ordusuna katılmıştır. Daha sonrasında Semerkant üzerine sefere çıkan Araplar Türk beylerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan faydalanıp başarılı olmuştur. Bir sonraki adımda ise Semerkant’ın direnişi ile karşılaşan Araplar şehrin vergi ödemesi ve önemli kişilerinin çocukları rehin alınması ile antlaşma yoluna gitmiştir. Bu antlaşma sonrası bir süre barış yaşanmıştır.

Halife Yezid döneminde ise Araplar Orta Asya seferlerine devam etmiştir. Fakat Türklerin bölgede önemli direnişleri olmuştur. Emevi orduları Türklerce ağır şekilde mağlup edilmiştir.705 yılından itibaren ise Türgiş Devletinin direnişlerine rağmen Kuteybe komutanlığında Araplar Orta Asya’da egemen olmuştur. Ancak Kuteybe önderliğinde bu başarılardan rahatsız olan Türkler ittifaklar oluşturmaya başlamıştır. 707 yılında Türkler ve Soğdlular Türgiş Devleti öncülüğünde Araplar ile mücadele etmiştir. Türkler bir kez daha mağlup edilerek Emevi ordularının üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Ayrıca yapılan antlaşma gereğince Buharalılara iki yüz bin dirhem vergi ödeme şartı verilmiştir. Buhara İslam ordularının eline geçmiştir. İslam orduları için Buhara’dan sonraki hedef Semerkant şehri olmuştur. Buhara’nın düşmesinden sonra Semerkant hakimi Kuteybe’ye elçiler yollanmıştır. Yapılan görüşmeler sonucu Semerkant da Emevi hakimiyetine geçmiştir. Buhara da ki Türk beyler arasında hakimiyet sorunların da taraf tutan Kuteybe, Tuğşada isimli beyi başa getirerek Buhara’ya Müslüman Arapları yerleştirmiştir. Ancak gerek Buhara gerek Semerkant topraklarının alınması sonuca ulaşmamış buradaki Türkler sık sık isyan etmiştir. Özellikle Semerkant bu isyanların başını çekmiştir.

Horasan valisi Nasr b. Seyyar döneminde Türkler ile savaş yerine ılımlı ilişkiler kurulmuştur. Sorunlar çözülerek bölgede İslamiyet yayılmak istenmiştir. Bu dönemde uygulanan barışçı politika üzerine Arap göçmenler de bölgeye yerleştirilmiştir. Emevi-Abbasi çekişmelerinin olduğu dönemde dahi bu bölgede isyanlar yaşanmamıştır.

Türk-Arap ilişkilerinin en önemli dönemlerinden birisi ise Hazar Türkleri ile Araplar arasındaki mücadeleler olmuştur. Bu mücadeleler Türk-İslam tarihi adına da dönüm noktasıdır. Bu dönemde (VIII). yy Arapların ilk temasları Kafkaslardan kuzeydoğuya hareket ederek İslam’ı Orta Asya’ya taşımak ve Müslümanlara Uzak Doğu’ya kadar alan yaratmak olsa da bu hareketin karşısında Hazarlar sorun olmuştur. Araplar Hazarları tamamen mağlup edemeyip fetihlerini Hazar ötesine taşıyamamıştır.

5.ABBASİLER DÖNEMİ VE 751 TALAS SAVAŞI

 

Halifelik Abbasilere geçmesiyle beraber Türk-Arap ilişkileri yeniden değişime uğramıştır. Abbasiler döneminde Arap olmayan Müslümanlarında yönetime katılması oldukça önemli bir gelişmedir. Böylece Türklerde bölgeye çekilerek Abbasi hizmetine katılmışlardır. Hatta Abbasiler “Avasım” adlı Bizans sınırındaki şehirlere askeri üstünlüklerinden ötürü Türk komutanları yerleştirmişlerdir. Yine Samarra adındaki şehirler Türkleri yerleştirmek üzere kurulmuştur. [2]Abbasilere döneminde yüksek ivme kazanan Türk-Arap ilişkileri daha da ileri seviyeye yükselmiştir. İkinci Göktürk devletinin yıkılmasına müteakip Çin ülkesinin Taşkent üzerine hareket etmesiyle bir Türk-Arap ittifakı ortaya çıkmıştır.751 senesinde Türk ve Araplar ortak bir ordu kurmuş ve Çin’i ağır yenilgiye uğratmıştır. Talas Savaşı sırasında kurulan ittifak ile Türkistan üzerindeki Çin tehlikesi sekteye uğratılmıştır. Çin tehlikesinin bölgeden bertaraf edilmesi sonrasında ilk Türk ve Müslüman siyasi teşekkülü Karahanlı Devletinin oluşumu meydana çıkmıştır. Emeviler Halifeliğinde sürekli gergin ilerleyen Türk-Arap ilişkileri Talas Savaşı ile boyut değiştirip Orta Asya’nın müslümanlaşması adına engelleri de ortadan kaldırmıştır.

5.    ORTA DOĞU’DA TÜRKLER VE FATIMİLER’İN HALİFELİK MESELESİ

 

Talas Savaşı sonunda Türkler kitleler halinde İslam’ı kabul etmiş ve İslamı kabulleri sonrasında Orta Asya dışında Orta Doğuya da yönelerek bölgede önemli ve güçlü devletler kurmaya başlamışlardır. Kurulan ilk Türk-İslam devletleri ile beraber Türk-Arap ilişkileri geçmişten farklı bir ilişkiye dönüşmüştür. Ayrıca bu ilişkilere Abbasilerden sonra “Halifelik” meselesi de dahil olmuştur.

868 senesinde Ahmed b. Tolun tarafından İslam halifeliği sınırları içinde ilk Türk devleti olan Tolunoğulları Mısır’da resmen kurulmuştur. Abbasilerin giderek zayıflayıp merkezi otoriteyi kaybetmesiyle Türk komutanlar kendi bağımsız devletlerini kurmuşlardır. Orta Doğu’da kurulan Türk devletlerinden biri de 935 senesinde Abbasiler döneminde Mısır valiliği yapan Muhammed b. Tuğç tarafından kurulan Ihşidiler’dir.

           X. yüzyılın başlarında Fatımiler Kuzey Afrika’da hüküm sürmeye başladılar. Ancak Fatımiler ile ilgili en önemli mesele Şii İsmaili mezhebinden olup kendilerini İslam Halifesi tayin ettiler. Sünniler ise bu Halifeliği tanımamıştır. Fatımiler özellikle Mısır’ı ele geçirdikten sonra Türk askerleri de orduda değerlendirdikleri bilinmektedir. Türk komutan Alptekin Fatımi Halifesi ve yöneticisi El Aziz Billah’ın baş danışmanlığını yapmıştır. El Aziz Billah, Alptekin ve askerlerini Herat’ül Etrak denilen Türkler mahallesine yerleştirmiştir. Kendilerini ümmetten ayrı tutan Fatımiler merkezleri olarak Haçlı Seferlerinin hedeflerinden olan Kahire şehrini kullanmıştır.

           Bölgede 1146-1232 yılları arasında Erbil Türk Atabeyliği Erbil merkezli kurulmuş ve hüküm sürmüştür. Musul Halep civarında Musul Halep atabeyliği, Şam atabeylikleri Selçuklular’ın bölgeye tamamen egemen olmasına dek önemli siyasi teşekküllerdir. Yine Mısır’da kurulan önemli bir Türk devleti de Eyyubiler idi.

6.    BÜYÜK SELÇUKLULAR VE FATIMİLER ÇEKİŞMESİ (1040-1071)

 

1055 yılında Abbasi kumandanı Bessasiri halifeyi alıkoyarak Bağdat’ta Fatımi Halifeliği onayı için hutbe okutmuştur. Bu gelişme sonrası Abbasilerin yardım çağrısında ise Tuğrul ve ordusu yetişmiştir. Tuğrul Bey Bağdat’a gelerek Abbasi halifesini kurtarıp Bessasiriyi ortadan kaldırmıştır. Selçuklu Fatımi ilişkileri Bessasirinin öldürülmesinden sonra da devam etmiştir. Selçuklu ülkesi içinde yaşanan isyanların arka planında da göze çarpan Fatımi Halifeliğinin etkisi sürekli olarak göze çarpmıştır.

Alp Arslan döneminde hem Suriye hem de Mısıra yönelik olarak yapılan fetihler göze çarpmaktadır. Alp Arslanın bu seferlerde asıl amacı Şii Fatımileri ortadan kaldırmaktır. Ancak aynı dönemde Roman Diyojen komutasında Bizans Selçuklu topraklarına saldırınca Mısır’a sefer gerçekleşmemiştir.

Melik Şah döneminde ise Fatımiler Selçuklu fetih hareketine karşı Şii mezhebini yayma faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Ayrıca Selçuklu devleti yöneticilerini hedef alan suikastlar gerçekleştirmişlerdir. Kuzey Suriye Selçuklular devleti içerisinden çıkan Dukak ve Rıdvan beylerin çocuklarının kurduğu iki emirlik Kudüs, Antakya ve Urfa bölgesinde kontluklar kuran Haçlılar ile mücadeleye girişirken Fatımiler Haçlıların safında yer almış ve onları desteklemişlerdir. Yaşanan mücadelelere Zengiler devleti de dahil olup Selahaddin Eyyubi komutasındaki ordu Mısır’a giderek Şii Fatımileri ortadan kaldırmıştır. Böylece Fatımi Halifeliğinin yol açtığı mezhepsel sorunlar karşısında Sünni İslam’ı savunan Büyük Selçuklu Devleti başta olmak üzere Zengiler (Şam ve Halep Atabeyliği), Fatımilerle yaptıkları mücadele ile Sünni mezhebini yeniden ön plana çıkarmıştır. Sünni-Şii mücadelesi Türk-Arap devletleri arasında önemli bir mesele iken aynı zamanda karşılıklı olarak felsefi konularda pek çok çalışmalar yapılmasına da zemin hazırlamıştır. Hatta Selçuklular tarafından kurulan Nizamülmülk medreseleri bu çekişme neticesinde zemin kazandığı düşünülmektedir.

7.    OSMANLILAR DÖNEMİNDE TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ VE SORUNLAR

 

XIII. yüzyılın ikinci yarısında Haçlı seferleri sonrası Papalık tarafından Doğu Akdeniz ve çevresi için ticari ambargo uygulanmıştır. Suriye ve Mısır’ın Toroslar (Anadolu)’dan temin edilen kereste ve demir gibi ticari ürünlerin alım satımına karşı ticareti sekteye uğratan bu gelişme ile birlikte Türkiye ve Suriye toprakları ekonomik açıdan zedelenmiştir. [3]Ege’de yeni oluşan Türkmen donanmalarına Memluklerin ilgi göstermesiyle ticaret yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Batı’da Haçlı tehlikesi Doğuda ise Moğolların baskısı Türk ve Arapları ekonomik işbirliği yapmaya sevk ettirmiştir. Osmanlı gaza politikasını da kararlılıkla sürdürmüştür.

1350-1453 yılları arasında Osmanlı-Memlük ilişkileri bir hayli dostluk havasında sürmüştür. Hatta Memluk vekayinamelerin de Osmanlı padişahlarına övgülere sık sık yer verilmiştir. [4]”Memlûk vakayinameleri Aynî, Ibn al-Furât, Sahavvîi Ibn Hadjar al-Askalânî Osmanlı gazi Sultanlarına övgülerle doludur. Onlar, Osmanlı Sultam’nın, haçlı ordusundan tutsak aldığı şövalyeleri gönderdiğinde, Kahire sokaklarında Arap halkı tarafından Yansurullahu Ibn Osman diye nasıl bağrılarak alkışlanıldığını anlatırlar.” İki ülke arasında ticari ilişkiler de hat safhada ilerlemiştir.

1453’de Bizans’ı yıkarak İstanbul’u ele geçiren Osmanlı gerek dünya siyasetinde gerek İslam dünyasında dengeleri yeniden yazdırmıştır. 1516 Mercidabık ve 1517 zaferleri ile Halifelik Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim tarafından devralınmıştır. Bu dönem sonrasında Memlükler ortadan kalkmış Osmanlı İslam dünyasının temsilciliğini elde etmiştir. Arap Yarımadasında ki önemli merkezler Osmanlıların eline geçmiş ve 1540-90 yılları arasında Osmanlı ekonomisine müthiş katkılar sağlamıştır. Osmanlı bu toprakları I. Dünya savaşına dek elinde tutmayı başarmıştır. 19. yüzyıla değin Türk-Arap münasebetleri devlet-halk ilişkisi şeklinde devam etmiştir. Arap isyanları her büyük imparatorlukta yaşanabilecek ölçeklerde yaşanmış devletin ve yöneticilerin kıvraklığı ile kontrol altına alınmıştır. Fakat 18.yy sonu ve 19. yy başında artan sorunlar Osmanlıyı zaafa sürüklemiştir. Arabistan’da ortaya Vehhabilik meselesi ve 1798’de Mısırın işgal edilmesi Osmanlı adına olumsuz gelişmelerdi. Buna ek olarak 1869’da Süveyş Kanalının açılması İngilizlerin Uzakdoğu sömürgelerine giden yolunu kolaylaştırmıştır.

1878 Berlin Kongresi ile birlikte Türk-Arap ilişkileri yeni bir boyut kazanmıştır. Osmanlının geleceğinden endişeli Araplar kendi durumlarını masaya yatırmaya başlamışlardır. Bu durum karşısında Avrupalı devletler gözünü Orta Doğu topraklarına ve petrollerine dikmiştir. 20. yy başlarında ise Türk ve Arapların bir arada tutulması için “İslamcılık” düşüncesi bizzat II. Abdülhamit tarafından gündeme getirilmiştir.

8.    I. DÜNYA SAVAŞIN’DA VE XX. YY’DA TÜRK-ARAP MESELELERİ

 

Birinci Dünya Harbinde Almanların isteği üzerine Süveyş Kanalı cephesi ile hem Mısırın denetimi İngilizlerden geri alınması hem de İngilizlerin sömürgeleri ile irtibatı ortadan kaldırılmak arzu edilmiştir. Ancak savaş kaybedilince İngilizler Suriye topraklarına kadar girmiştir. Osmanlı Suriye’de bir cephe daha açmak zorunda kalmıştır. İngilizler hem Çanakkale aldıkları hezimet hem de Kanal cephesinin yarattığı baskı sebebiyle Hicaz Emiri Şerif Hüseyin ve Lawrence’ı Osmanlıya karşı kışkırtma yoluna gitmiştir. İsyanda Şerif Hüseyin’in ordusu destek veren Araplar ile 10 bine ulaşmıştır.

I Dünya Harbi sonunda Araplar Türklere sırt dönmenin bedelini ağır ödemiş ve Emperyalizmin gölgesini ve yalan vaatlerini topraklarında hissetmeye başlamıştır. Avrupalı devletlerce Orta Doğu’da mandater yönetimler kurulmuş barış, huzur ve sükunet kalmamıştır. Yine ABD’nin bölge üzerindeki emelleri gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. 1930’lar sonrasında Türklere karşı “Arap Uyanışı” düşüncesi aşılanmıştır. Aslında bu düşüncede amaç kurulan manda yönetimleri meşru bir hale büründürme amacı olmuştur. “Arap Uyanışı” düşüncesi Türkiye’de ise Osmanlı Tarihi ve İslamiyet ile hesaplaşma amacı olarak görülmüştür. Milli Mücadele döneminde ise Kerkük ve Musul meseleleri çözümü için yol haritaları çizilmiştir. Musul Misak-ı Milliye dahil görülmüş ve dış politikanın ana unsuru olmuştur. Musul sorunu ancak 1926 Ankara Antlaşması ile çözüme kavuşturulmuştur. Atatürk döneminde ise yurtta ve dünyada barış şeklinde belirlenen dış politika Türk-Arap ilişkilerini şekillendirmiştir. [5]Orta Doğu ve Arap devletleriyle kurulacak iyi ilişkiler Türkiye açısında önemliydi ama bu konuda bir sıralama yapılacak olursa Batı’nın gerisinde kalacağı açıktır. Ancak Batılı devletlere ve bölgedeki paylaşımlarına güvenilmemesi neticesinde bölge ile pek fazla alakadar olunmamıştır. Bu tarihten itibaren bölgesel paktlarda yer almak temel hedef olmuştur. 1937’de İran, Irak, Afganistan ve Türkiye İtalyan yayılmacılığına karşı Tahran’da Sadabat Paktını imzalamıştır.

Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki siyasetinde bir belirleyici etkende SSCB’nin dış siyasetteki aktif etkisi olarak göze çarpmıştır. [6]1945-57 yılları arasında Türkiye Orta Doğu politikasını gerek SSCB’nin etkisi gerek tarihi gerekse Batının da etkisi ile yeniden şekillendirmeye çalışmıştır. 1947 yılından sonra Türk-Arap ilişkileri bozulmaya yüz tutmuştur. Türkiye’nin Truman Planına dahil olması ve Batı ile yakınlaşması ile ilişkiler sekteye uğramıştır. Bu dönemde Araplar ise Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesine girişmiştir.

[7]1947’de başlayan kolera salgınının baş göstermesi üzerine Türkiye salgınla mücadele için Suriye’ye sağlık ekibi göndermiş ve sağlık ekipleri dışında Suriye’ye giriş çıkışları yasaklamıştır.1957 Suriye Krizine kadar ilişkilerde bazı dönüm noktaları da yaşanmıştır. Bunların başındaki gelişme Arap-İsrail savaşı olmuş Türkiye ise ABD ve Fransa ile birlikte BM tarafından Uzlaştırma Komisyonuna dahil edilmiştir. Türkiye bu komisyonda ABD ve Fransa ile ortak hareket etmesi ve 1949’da İsrail’i tanıması ile Araplar ile arası yeniden açılmıştır.

1950’lerde İngiltere Orta Doğudaki üslerini korumak için Orta Doğu Komutanlığı projesini ileri sürmüştür. İngiltere’nin bu fikri ABD ve Fransa tarafından da destek bulmuştur. Bu üç devlet Batıyı benimseyen Türkiye’yi de yanlarına çekmişlerdir. Türkiye ise asıl hedefini NATO’ya üye olmak şeklinde belirlemiştir. 1952’de Türkiye’nin NATO’ya üye olması ve Batı eksenine kayması neticesinde Türk-Arap ilişkileri daha da kötü bir vaziyete bürünmüştür.

1955’de ABD, SSCB tehdidine karşı Arap devletlerinin hazırlıksız ve kendi meseleleriyle meşgul olmalarını ileri sürerek bölgesel savunma teşkilatı önerisi sunmuştur. Bu öneri kapsamında Irak, İran, Pakistan ve İngiltere CENTO’yu imzalamıştır. Ancak CENTO’ya daha sonra İngiltere’nin dahil olması Arap devletler tarafından tepki toplamıştır. Mısır ise pakta tepki gösterip Doğu Bloğu ülkelerinden Çekoslavakya ile silah anlaşması imzalaması üzerine Sovyetler Birliği bölgeye girmiştir. Türkiye ise ilişkilerin yumuşatılması adına katıldığı paktın amacından sapmasına politik tepkiler göstermiştir.

1963 yılında ise Kıbrıs Meselesinin patlak vermesi ile Türkiye ABD ilişkileri gerginleşmiş [8]1975-78 arası ABD tarafından Türkiye’ye silah ambargosu konulmuştur. Buna karşı Afganistan, Libya ve İran ise Kıbrıs Harekatı adına Türkiye’ye destek vermişlerdir.

[9]1967-73 Arap-İsrail savaşlarında da Türkiye Arap yanlısı bir politika izlemiştir. İncirlik üssünün İsrail faydasına kullanılmasına karşı çıkmıştır. BM 242. Maddesine göre İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini de ısrarla vurgulamıştır.

9.     XXI. YÜZYIL ARAP BAHARI VE DİĞER GÜNCEL MESELELER

 

11 Eylül 2001’de ABD’deki Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırılar dünyada güvenlik sistemlerinin bir kez daha gözden geçirilmesine ve yeniden düzenlenmesine sebep olmuştur. Türkiye 2002’de başlayan AKP iktidarı ile birlikte Orta Doğu siyasetinde daha aktif bir role bürünmüştür. Arap devletleri Türkiye’yi İslam’ı kucaklayan ve gözeten bir devlet olarak değerlendirmeye başlamıştır. 1998’de Adana Mutabakatı ile gerilen ilişkiler 2000 yılında Esad rejimi ile yeniden iyileştirilmiştir. 2008 yılında Türkiye ve İran arasında ticaret genişletilmiştir.

           2010 yılında Tunus ve Mısır merkezli olarak ortaya çıkan “Arap Baharı” (Arap halklarının toplumsal hareketliliği) Arap ülkelerinde sosyal eşitsizlik, siyaseten yozlaşmalar, ekonomik sıkıntılar gibi hususlarda tezahür etmiştir. Olaylar kısa sürede Ürdün, Yemen, Libya, Bahreyn, Irak, Fas, Suudi Arabistan, Cezayir, Tunus gibi ülkelere sıçrayarak geniş kitlelere ulaşmıştır. Arap Baharı olayları sonucunda ölene kadar liderlik eden pek çok otoriter hükümdar ve rejim halk tarafından yıkılmıştır. Türkiye ise bu meselede Arap halklarının daha fazla eşitlik, demokrasi ve adalet isteklerini destekleyen bir duruş sergilemiştir.

           Türkiye Doğu Akdeniz’de 2011 yılında GKRY ve İsrail’in imzaladığı enerji kaynakları antlaşmasına yanıt olarak bölgedeki en uzun sınırlara sahip olmasından ötürü haklarını sorgulamaktan vazgeçmemiştir. Bu konuda Libya ile bir mütabakat sağlanmıştır.

           2 Kasım 2018’de ise Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçının belirsiz biçimde öldürülmesi henüz aydınlatılamamıştır. Kaşıkçı cinayeti sonrası bir uluslararası kriz durumu otoriteler tarafından gündeme getirilmiştir. Kaşıkçının Türkiye ve Katar ile olan yakın ilişkileri Riyad merkezinde hoş karşılanmadığı basına yansıtılmıştır.

 

SONUÇ

 

Türk-Arap ilişkileri geçmişten günümüze dek ortaya çıkan meseleler ve kurulan dengelere göre inişli çıkışlı bir halde süregelmiştir. Özellikle Osmanlı Devleti içerisinde yüzyıllar boyunca aynı sınırlar paylaşılıp Osmanlı Devleti’nin dağılması ve akabinde milliyetçi anlayışla kurulan ulus devletler döneminde de ilişkilerin seyri farklı bir hal almıştır. Geniş perspektifte yapılacak bir değerlendirmeye göre “denge siyaseti” ana unsur olarak göze çarpmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde XXI. yüzyılda özellikle Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ülkeleri ticari ilişkiler gerek iktidarlar bazında gerek özel sıkı şekilde sürdürülmektedir. Yine Türkiye’den her yıl ciddi bir Müslüman nüfusu Kutsal topraklar Mekke ve Medine’yi ziyareti ile toplumsal hareketliliği sağlamaktadır. Bunun dışında Türkiye Arap Baharı çerçevesinde yaşanan toplumsal olaylarda politik desteklerini sürdürmektedir.

İslam’ın kabulünden sonra iki toplum da ümmet anlayışının birleştirici gücünü kavradıysa da özellikle I. Dünya Savaşında Arap-İngiliz işbirliği bu durumun ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Türk-Arap ilişkilerinde birleştirici rolü olan İslamcılık anlayışından bu denli uzaklaşılmamalıdır.

           Bir diğer hususta özellikle ulus devletlerin kuruluşuyla birlikte devletçi ekonomiler ön plana çıktıysa da zamanla özelleşme de ekonomide önemli bir meseleye dönüşmüştür. İki toplum arasında ticari ilişkiler olabildiğince yoğun şekilde artırılmalı ve sürdürülmelidir.

           Orta Doğunun süregelen Emperyalist devletler için yayılma alanı olması sorunu ve akabinde terör meseleleri konusunda gerek Türkiye gerek Arap devletleri sıkı güvenlik tedbirlerini de elden bırakmamalıdır.

 

Ø YILDIRIM Sıddık, Ürdün Üniversitesi Uluslararası Türk-Arap Müşterek Değerler ve Kültürel Etkileşim Sempozyumu Bildiriler Kitabı 12-15 Mayıs, ÜRDÜN, 2014

Ø GÜL YILMAZ Gülden, Milli Şef Dönemi Türk-Arap İlişkileri, Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Nevşehir, 2019

Ø AKILLI Erman, Türk Dış Politikası Zemininde Arap Baharı, Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, ORSAM (Ortadoğu Analiz Dergisi), Ankara, 2012

Ø SAVRUN Ergenekon, Tarihte Araplar ve Türk Arap İlişkileri, Uluslararası Beşeri Bilimler ve Eğitim Dergisi, Ekim, 2018

Ø İNALCIK Halil, Tarihi Perspektif İçinde Arap Türk İlişkileri (1260-1914), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Samsun, 2015

Ø MERTEK Sefa, 1945-1957 Orta Doğu Sorunları Ekseninde Türk Dış Politikası ve 1957 Suriye Buhranı, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Samsun, 2017

Ø HAKOV Cengiz, Yakın Doğu’da Türk Arap İlişkilerinde Yeni Gelişmeler, VIII Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1976

Ø UZUN Hakan, Lise Cumhuriyet Tarihi Ders Kitaplarında Türk-Arap İlişkileri (1923-2007), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Çanakkale, 2009

[1]Sıddık Yıldırım, Yunus Emre Enstitüsü, Uluslararası Türk Arap Müşterek Değeler ve Kültürel Etkileşim Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, s.439

[2] Ergenekon Savrun, Tarihte Araplar ve Türk Arap İlişkileri, Uluslararası Beşeri Bilimler Ve Eğitim Dergisi, S.4 s.240-241

[3] Halil İnalcık, Tarihi Perspektif İçinde Türk-Arap İlişkileri (1260-1914), s.205

[4] İnalcık, a.g.e, s.260

[5] Hakan Uzun, Lise Cumhuriyet Tarihi Ders Kitaplarında Türk-Arap İlişkileri (1923-2007), Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, s.23

[6] Sefa Mertek, 1945-1957 Orta Doğu Sorunları Ekseninde Türk Dış Politikası ve 1957 Suriye Buhranı, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, s.280

[7] Gülden Gül Yılmaz, Milli Şef Dönemi Türk-Arap İlişkileri (1938-1950), Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.55

[8] Erman Akıllı, Türk Dış Politikası Zemininde Arap Baharı, Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, ORSAM (Orta Doğu Analiz Dergisi), C:4, S:37, s.42

[9] Cengiz Hakov, Yakın Doğu’da Türk Arap İlişkilerinde Yeni Gelişmeler, s.1882-1883

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.