34,8215$% 0.11
36,7843€% -0.03
44,3932£% 0.07
2.959,42%0,58
2.645,55%0,54
10.171,44%0,90
3438605฿%-0.72232
Bunun deniz haydutluğu veya korsanlık olduğu, hatta ikinci bir çuval olayı ile karşı karşıya kaldığımızı, açık denizlerde Almanya ve Yunanistan’a ait ticaret gemilerine misli ile karşılık vermemiz gerektiğini ve kırılan onurumuzun ancak bu şekilde kurtarılabileceği gibi yorumlar gördük ve okuduk. Hepsine saygı duyuyoruz. Her fikir ve değerlendirme muhteremdir ama muteber ve doğru olmayabilir. Daha da önemlisi; iktidara gaz verici ve ülkemizin başını hukuken belaya sokucu olabilir.
Duygularla ve hamasetle kitleler ve toplum harekete geçirilebilir ama devlet yönetilmez ve problemler asla bu yöntemlerle çözülmez, aksine daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getirir. Burada ihtiyacımız; itidal, sorgulayıcı devlet aklı, bilgi ve uzmanlıktır.
Ticaret gemileri; taşıdığı bayrağın ait olduğu devletin -ki burada Türkiye’dir- açık denizlerdeki yönetsel ve yargısal yetkisine tâbidir! Bu kesindir ama hiçbir olay zamanın ruhu yok sayılarak, ait olduğu büyük resimden kopartılarak ve paralel diğer gelişmeler yok sayılarak değerlendirilemez. Yapılırsa; çok büyük hata olur!
BM Güvenlik Konseyi 2011’de, 1970 sayılı kararı ile üye ülkelerin Libya’ya direkt veya endirekt silah, cephane satışı ve transferini yasaklamıştır.
Libya’da devam eden iç savaş nedeniyle, BM Güvenlik Konseyi 2016’da da 2296 sayılı karar ile üye ülkelerin kendi başlarına veya bölgesel organizasyonlar içinde, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile koordineli olarak, Libya yaklaşma sularında, silah taşıdığı ile ilgili makul şüphe bulunan gemileri denetlemek için yetkilendirildiğini, ancak üye ülkelerin denetime başlamadan önce geminin bayrak devletinin onayını almak için iyi niyetli çaba göstermesi gerektiğini söyledi.
Bu gelişmelerden sonra, Libya’da çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla Almanya tarafından 19 Ocak 2020’de Berlin’de aralarında Türkiye’nin de olduğu bir konferans düzenlendi, 12 ülke katıldı ve alınan kararlara göre özetle;
İktidar, en üst seviyeden katıldığı bu konferansta kararların altını imzaladı.
Berlin Konferansında alınan kararlar doğrultusunda Avrupa Birliği, Libya Silah Ambargosunun kontrol edilmesi amacıyla IRINI Operasyonunun başlatılmasına karar vermiş ve 4 Mayıs 2020 tarihinde EUNAVFOR MED IRINI Deniz Görev Kuvveti, Libya’ya yönelik silah ambargosunu ve Libya’dan dışarıya yönelik yasadışı petrol ihracatını ve insan kaçakçılığını deniz ve hava araçları ve uydularla denetleme faaliyetlerine başlamıştır.
IRINI Operasyonu kapsamında 22 Kasım’a kadar dört denetim olmuş. İlki hakkında bir kayıt yok ama diğer üçü Türk Bayraklı olmasalar da Türkiye limanları kalkışlı ve Libya varışlı gemiler. Yani denetimde gözler Türkiye’nin üzerinde! Çünkü dünya basınında Türkiye’nin Libya’daki savaşta taraf olduğu, silah ve cephane gönderdiği ve hatta Suriye’den Libya’ya radikal İslamcı savaşçıları taşıdığı ve 23 Ekim’de Cenevre’de savaşan taraflar arasında imzalanan ateşkesi ve Tunus’ta devam eden siyasi çözüm bulma çalışmalarını da sabote etmeye çalıştığı yazıyor.
1992 yılında yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından da imzalanan Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme (SUA 88) ve bu sözleşmeye 2005 yılında eklenen ve yine Türkiye tarafından da 2009’da onaylanan protokol (SUA 2005 Pr.) ile bir ülkenin ticaret gemisine diğer ülke savaş gemisi personelinin denetim amaçlı çıkması ile ilgili kurallar ise şu şekilde belirlenmiştir:
Almanya, Roseline A olayı ile yaptığı resmi açıklamada özetle;
Türkiye de sözleşmenin (SUA 88) ve protokolün (SUA 2005) kendisine verdiği yetkiyi makul şüphe ile birlikte Türkiye limanlarına gelmekte olan gemilere, açık denizde Sahil Güvenlik Komutanlığı vasıtası ile 4 saat kuralını bugüne kadar uygulamış ve halen uyguluyor. Sanırım hukuken “Biz uygularız ama kendi gemilerimize uygulatmayız” diyemeyiz.
Burada dikkat çeken diğer bir husus da Türkiye’nin yönetim zafiyeti içinde olduğudur. Dışişleri Bakanlığı’na mesaj çekiyorlar, tam tamına 5 saat bekliyorlar, tık yok! Olumlu veya olumsuz bir yanıt verilmiyor. Çünkü Tek Adam yönetiminin en büyük sorunlarından biri gerçekleşmiş ve 1 Numara’dan direktif alınmadan karar verilememiştir. Türkiye, 82 milyonluk nüfusu ve yaklaşık 800 bin km² yüzölçümü ile büyük bir ülke. Her gün bu ülkede yüzlerce, belki binlerce kritik konuda karar verilmesi gerekiyor. Bunun için yetkilerin dağıtılmış olması lazım. Çağdaş ülkelerde bu böyle! Eski Türkiye’de de böyleydi. Bu rejimde en tepedeki kişi Süpermen olsa ve bizim 24 saat olarak yaşadığımız bir günü 240 saat olarak yaşasa bile yine de yetişemezdi!
Bu olayda Almanya, Türkiye’ye çok önemli bir mesaj veriyor ve “Libya’ya silah ambargosu konusunda ciddiyiz ve tırmandıracağız” diyor. Bir taraftan da Türkiye’yi idare ediyor ve özellikle son dönemde Fransa ve Yunanistan ikilisini dengelemeye çalışıyor. Tabii ki Türkiye’yi ve Türkleri çok sevdiğinden değil! Çıkarları gerektirdiğinden böyle yapıyor.
10-11 Aralık’ta AB Liderler Zirvesi var ve Türkiye’ye yaptırımlar masaya yatırılacak. Türkiye’nin ekonomisi ise çok kötü durumda, hatta adeta iflas aşamasında! Üstüne bir de COVID-19 tuz biber ekmişken Türkiye’nin şimdi de en büyük ticari ortağı olan AB’nin yaptırımlarına dayanabilmesine imkân ve ihtimal yok.
İktidar içinde bulunduğu durumun farkında olduğu için Roseline A için çok ciddi bir reaksiyon vermedi, diplomatik protesto notaları ile yetindi. Esasında, bunlar da iç kamuoyuna yönelikti. Hâlbuki bildiğimiz iktidar “Ey Almanya, Hitler’in ve Nazi’leri çocukları!” diye başlayan, şiddeti artarak devam eden tepkiler verirdi. Ama özellikle şu anda pabuç pahalı!
Bu nedenle Erdoğan, AB için geçmişte çok olumsuz şeyler söylemesine rağmen daha geçtiğimiz hafta “Türkiye geleceğini AB ile kurmayı tasavvur ediyor” dedi. Ama bu adım karşılık bulmadı ve Fransa Dışişleri Bakanı “Türkiye’nin uluslararası alanda yükselen tansiyonu söylemlerle değil, eylemlerle düşürmesini beklediklerini” ifade etti.
Eğer Roseline A olayına karşılık vermek için bir Alman veya Yunan ticaret gemisine tavsiye edildiği gibi bir harp gemimiz vasıtası ile açık denizlerde aynı şeyi yaparsak; uluslararası hukuk açısından çok ciddi, içinden çıkılmaz ve hesabını veremeyeceğimiz bir ihlal yapmış oluruz. İşte esas o zaman “deniz haydutluğunu” biz yapmış oluruz.
Ama şunu yapabiliriz; BM Güvenlik Konseyi’nin 1970 ve 2296 kararlarına istinaden Sidra Körfezi ve Libya Limanları yaklaşma sularında bir Türk Deniz Görev Grubu oluşturup, Libya’ya yönelik silah ambargosunu, yasadışı petrol ticaretini ve insan kaçakçılığını denetleyebilir, bu kapsamda SUA 88 ve SUA 2005 Pr.’ye uygun olarak Alman, Fransız, Rus, Yunan ve Mısır ticaret gemilerini sorgulayabilir ve asker çıkarıp arayabiliriz. Ancak bu yol hukuki olur!
Hem asker hem de sahip olduğu şirketi vasıtası ile halen denizciliğin içinde bulunan ve aynı zamanda hukukçu da olan değerli sınıf arkadaşım E. Deniz Kur. Albay Ayhan Yıldızel’in Deniz Ticaret Gazetesi’nde yayınlanan “Roseline A Gemisinin Başına Gelen Neydi?” başlıklı, teknik bakımdan daha ayrıntılı olan yazısını okumanızı tavsiye ederim. (https://www.denizticaret gazetesi.org/) Ben de çok faydalandım, kendisine çok teşekkür ederim.
Bugün size bir de kitap tavsiyem var. Diyarbakır Cumhuriyet Fen Lisesi ve ardından İTÜ mezunu olan uçak mühendisi Musa Yıldırım’ın Luna Yayınları’ndan çıkan “Hayata Dokunan Bilim, Matematiğin Derin Anlamı” adlı kitabını okumanızı ve matematiğin gerçekte ne işe yaradığını anlamak isteyen gençlerimize de okutmanızı özellikle öneriyorum.
Türker ERTÜRK
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.