35,5675$% 0.39
36,6331€% 0.05
43,4042£% -0.04
3.091,75%-0,04
2.704,49%-0,40
9.935,52%0,70
3630515฿%3.13764
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın galiplerinden SSCB, Avrupa’yı ikiye bölmüş ve önemli sayıda Doğu Avrupa ülkesini kendi etki alanına almıştı. “askeri, siyasi hatta ekonomik”açıdan bu ülkeler Moskova’ya bağımlı hale gelmişti. Daha sonra bu fiili oluşum, Varşova Paktı ile askeri-siyasi, COMACON ile de ekonomik boyut kazanıyordu. “Korku ya da yılgı dengesi” adı verilen yeni bir dünya kuruyordu… Böyle bir dünyada acaba SSCB’nin başında bulunduğu “Demir Perde” diye tanımlanan bu dev savaş makinesi, Avrupa’nın Batısında kalan devletleri ne zaman yutacaktı? Bu soru Batı Avrupa ve hatta Amerika kıtasının kuzeyindeki devletlerin korkulu rüyası haline gelmişti. Bu bir kâbustu. Bu kâbustan kurtulmak için “savunma” ağırlıklı bir yapılanmaya gerek vardı. Bu doğrultuda bir araya gelen on iki ülke, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesi çerçevesinde hazırlanan, toplam 16 maddelik NATO Antlaşmasını 4 Nisan 1948 tarihinde, Washington’da imzaladılar. İmzalanan antlaşma, akit taraflarca onaylanarak 24 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe girdi.Başlangıçta Birleşik Krallık, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir araya gelmesiyle oluşturulan örgüt, daha sonra Yunanistan ve Türkiye’nin katılımıyla daha geniş bir hal aldı. Türkiye ve Yunanistan’ın ardından Almanya, daha sonra da İspanya‘nın katılımı ile üye ülke sayısı 16’ya çıktı. Günümüzde, özellikle SSCB’nin dağılması sonrasında Doğu Avrupa ülkelerinin de örgüte katılımı ile bu sayı 28 olmuştur.
Gorbaçov’un ünlü “Glastnost ve Perestroika” (açıklık ve yeniden yapılanma) adı verilen açılımları sonrasında dünyadaki güç dengelerinin ve “tehdit algısının” değişmesi, kimilerine göre “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleşmesi” demekti. Kısacası örgüt misyonunu yitirmişti. Gelinen süreçte ya tasfiye edilmeli ya da yeni bir misyonla donatılmalıydı. Oysa “Soğuk Savaş” yerini önce barışa, ama daha sonra, Minsk Antlaşmasıyla SSCB’nin halefi olan Rusya’nın emperyalist çıkışlarıyla “Soğuk Barışa” terk etti. Afganistan olayları, Rusya’nın Kırım’ı topraklarına katması, Orta Doğu’daki stratejik açılımlar yenidünya düzeninin en önemli köşe taşlarını oluşturdu. O halde NATO’nun kapısına kilit vurulma yerine varlığını sürdürmeli ve örgüte yeni konseptler belirlenmeliydi. Bunların tam olarak yaşama geçirilmesi için de bir hedef yıl saptanmalıydı. İşte 2030 yılı hedefi bu şekilde ortaya çıktı. Eskiden NATO’nun temel konsepti “Caydırıcılık” idi. Şimdi ise bu konsept kısmen yumuşatılırken yerini “işbirliğine” bırakıyor. Buna kısaca, “caydırıcılıktan işbirliğine” denilebilir. Bu işbirliği kavramı içinde; çevre sorunları, aşırı gaz emisyonu, giderek daha çok ısınan dünya, uluslararası göç, uluslararası ticaret, kara para aklamayla savaş, güçlenen Çin gibi savunma ve caydırıcılık dışı pek çok etken bu yeni konsepte dâhiledildi. NATO’nun Avrupa Birliği ile daha yakın ilişkiler içinde olması yolunda yaklaşımlar dagündeme geldi.
Bu yeni stratejik konular yanında, NATO’nun patronu konumundaki ABD’nin de örgütten önemli beklentileri var. Bunlar arasında İsrail’in güvenliği, Doğu Akdeniz enerji kaynakları ile bunların paylaşımı ve giderek saldırganlaşan Rusya faktörüdür. ABD bu konularda NATO’nun arkasında durmasını bekliyor.
İşte 14 Haziran NATO Zirvesinde bu konular ele alınacak ve “NATO 2030 konsepti” enine boyuna tartışılacak. Gündemdeki tartışmalar kuşkusuz dünyaya yeni bir görünüm kazandıracak. Bu gelişmeler doğaldır ki çok önemli. Ancak biz bunlardan çok NATO’nun patronu ABD’nin başkanı Biden ile Erdoğan arasındaki ikili görüşmeye kilitlendik. Yazımın burasında bu ikili görüşmeye değineyim.
14 Haziran 2021 tarihi Türkiye için olduğu kadar tüm NATO ortakları için de önemli bir tarih gibi duruyor. Gerçekten bu tarihte NATO’nun fiili patronu konumundaki ABD’nin başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Brüksel’de yapılacak “NATO Zirvesi” dolayısıyla baş başa bir görüşme yapacaklar. Bu görüşme öncesinde, uluslararası ilişkilerin, o ilişkilere taraf olan devletlerin çıkarları üzerine kurulu olduğu gerçeğinden hareketle, her iki ülkenin de bu ikili görüşmeden beklentilerini sıralamakta yarar vardır.
Türkiye’nin Beklentileri
Seçilmesi sonrasında, uzun bir süre Biden, Erdoğan’ı pek muhatap almadı. Telefonlarına çıkmadı. Nihayet, aylar sonra Sözde Ermeni soykırımı törenlerinde yapacağı konuşmada “soykırım” kelimesini kullanacağı günden bir gün önce bu ikili arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Biden bu görüşmede Erdoğan’ın yüzüne karşı “Soykırım” (genoside) kelimesini kullanacağını vurgulamıştı. Erdoğan ise, bu yaklaşımına karşın Biden’ı kınamamıştı. Bu yaklaşım ülkemiz açısından pek de olumlu bir tablodeğildi. Ama Erdoğan, Biden ile ileride baş başa bir görüşme yapmayı planlamış olmalı ki, o telefon görüşmesinde iç politikadaki gibi esip gürlemedi veaşağıdan alarak bu görüşmeyi tamamladı.
Brüksel görüşmelerinde Türkiye’nin temel yaklaşımı “ABD ile üst düzey diyalogun” sürekli olarak açık kalması olacak. Ancak bu yaklaşım, ABD istek ve beklentileri karşısında, ileride Türkiye’yi ulusal çıkarları doğrultusunda kendi beklentilerini masaya koymaktan kısmen alıkoyacak gibi duruyor. Parasını verip Rusya’dan aldığımız S-400 sorunu, ABD’nin çok ciddi destek verdiği YPG-PYD açmazı da masada olacak. 1,5 milyar dolar verdiğimiz F-35projesinden şutlanmış Türkiye sorunu da yine o masada. Bari paramızı kurtarsaydık. O da yok gündemde.
ABD’yi en çok rahatsız eden konulardan biri de “Rusya’nın Kafkas’lardaki etkinliği”. İşte bu noktada Türkiye’nin Azeri-Ermeni çatışmasında ve özellikle sonrasında bölgede olması ABD’ye ciddi biçimde nefes aldırıyor. Erdoğan bu konuyu gündeme getirecek mi bunu göreceğiz. Çünkü Türkiye’nin bu bölgedeki varlığı, sadece Azerbaycan için değil, Rusya’nın etki alanını daralttığı için ABD’nin de işine geliyor. Bundan ABD’deki Ermeni diasporasırahatsız olacaktır ama bu konu ABD’nin uzun vadeli stratejik planları kapsamındadır. O nedenle Biden bu Diasporayı bir şekilde sakinleştirmeyi bilir. Kaldı ki,Biden “genoside” kelimesini kullanarak Ermeni Diasporası’nın ağzına bir parmak bal çalmadı mı?
ABD’nin Beklentileri
Aslında ABD, “kontrol edebileceği” bir Türkiye’yi asla kaybetmek istemez. Bu olgu ABD’nin stratejik çıkarları açısından son derece önemlidir. Ancak Türkiye bu kontrol ağının dışına çıkar ya da o yönde kimi yaklaşımlar sergilerse, işte o zaman ABD, Beyaz Saray’ın ünlü Oval Ofisinde irice koltuğa dayalı duran ve ara, ara sergilenen “beyzbolsopasını” bir kere daha Türkiye’ye gösterir. Orta-Doğu’da ve özellikle Suriye’de ABD Türkiye’ye pek güvenmiyor. Bu yeni bir şey de değil, 1 Mart Tezkeresi olayı sonrasında yaşananlar, Türk askerinin kafasına çuval geçirmek de dâhil pek çok girişim ile iki tarafın da sinir uçlarına dokunulmadı mı? İşte tam da bu konuda ABD, şimdilik “sarı renkli YPG-PYD kartını” çıkarıp gösteriyor. Henüz “kırmızısı”çıkmadı ama bu konu kesinlikle Brüksel’de masada olacak. Yine masada olacak çok önemli bir konu da S-400’ler… ABD; “hangarlara attık demekle olmaz, bunları yok et veya aldığın yere iade et” diyor. Bir tartışmalı konu da “insan hakları” olacak. Afganistan sorunu ve Kabil havalananının Türk askerlerince kontrolü konusu ile Türkiye’deki insan hakları ihlallerini Biden mutlaka gündeme getirecektir. Başta ifade özgürlüğü, siyasi tutuklama ve soruşturmalar, yargının bağımsızlığı, AİHM kararlarına uyum olmak üzere pek çok insan hakları konusu da masada olacak. ABD tarafı bu konularda Türkiye’yi AB ülkeleri düzeyinde görmek istiyor. Türkiye’deki suiistimaller ve “Peker’in son iddiaları” gündeme gelir mi, pek sanmam. Buna karşılık, CAATSA Yaptırımları, Halk Bank Olayı, Reza Zarraf ve Fetullah Gülen Dosyaları? Onlar da pek gündeme gelmeyecek konular gibi duruyor. Ama yine de belli olmaz. Bakalım bu konulara karşı Erdoğan neleri gündeme getirecek.
Diplomasinin genel kuralıdır. Toplantı sonrasında bir basın toplantısı yapılacaksa, o toplantıda suya sabuna pek dokunmadan, suratlara yerleşen gülücükler eşliğinde, gelir-geçer yanıtlar verilecektir. Nedir o yanıtlar? Hemen söyleyeyim: Çok yararlı bir görüşme oldu, bazı yanlış anlamaları ortadan kaldırdık. Bundan sonra da birlikte çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
İşte size 14 Haziran Zirve sonuçları. Dünyaya ve ülkemize hayırlı olsun…
Devam edecek…
Prof. Dr. Haluk Günuğur
Doğru Parti
Dış Politika Başkanı ve
Parti Sözcüsü
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.