DOLAR

32,5076$% -0.12

EURO

34,9682% 0.32

STERLİN

40,6344£% 0.13

GRAM ALTIN

2.434,57%0,48

ONS

2.329,13%0,59

BİST100

9.716,77%-0,05

BİTCOİN

2084060฿%-0.90378

a

ULUSAL PARANIN DEĞERİ

ULUSAL PARANIN DEĞERİ
0

BEĞENDİM

 

Tarihten anımsanacağı üzere, akça tagşişi bir çeşit devaluasyon anlamında kullanılan deyimdir. Mehmet II’nin (Fatih) 1462, 1470, 1475, 1477 tarihlerinde dört kez bu yönteme başvurduğu bilinmektedir. 1450 de 100 dirhem gümüşten 278 akça basılırken 1475’te 457 akça basılmıştır.(Inalcık-1951) Yeni akça basıldığında eskisi ile değişim zorunlu kılınmış ve cezaî müeyyideye bağlanmıştır. 1481 yılında Bayezid II ancak “tagşiş yapmama” kaydiyla tahtında oturabilmiştir. Bu tarihten 1585 e kadar akça içindeki gümüş oranı tedricen %12 azaltılarak yeni para basıldığından Ş.Pamuk’un hesaplarına gore enflasyon %31 olmuştur. 1585 yılında akça gümüş içeriğini %44 kaybettiği için akçanın alım gücü %50 düşmüştür. O devirlerde akçanın alım gücünü bugün de olduğu gibi hazinenin inhisarındaki altın karşılığı belirlemekte idi.

Bugün de döviz ve altın bu nedenle önemini korumaktadır. Burada unutulmaması gereken konu , bir ülkedeki para biriminin değerinin hassas dengelere tabii olduğu, ağır değer kaybının ise sosyal ve siyasal olaylara zemin hazırladığıdır. Fatih’in Sırbistan seferi, Yeniçeri Ocağı ile ilgili sorunlar, V-VII.YY arasındaki gümüş krizi ve Ortadoğu savaşları, Haçlı seferleri vb.örneklerinde olduğu gibi. Ticaret insanlık tarihi kadar eski bir değişim yöntemidir. Bu bağlamda para birimi bir devletin bağımsızlık alametidir. Bu nedenle tarih boyunca egemenliğin simgesi olarak bayrak ile birlikte ve onunla eş değerli tutulmuştur. AB’de ortak para birimi olan Euro’ya geçerken özellikle Almanya ve Fransa’da ciddi tartışmalar olmuştur. Brexit süreci öncesinde bile Britanya Krallığı ulusal para birimi olan sterline dokundurmamıştır. Başkenti çok manidar bir şekilde Brüksel olan AB içinde dahi Almanya ve Fransa arasında kökeni IX.yüzyıla inen “Kutsal Roma Germen” kültürünün temsilindeki rekabete dayanan mücadelede, euro’nun değerini belirleyecek faktörün hangi ülkenin ekonomisi ve altın rezervi olacağından başka, enerji piyasalarındaki etkinliğiyle de doğrudan ilgilidir.

Burada dikkat edilmesi gereken ana husus bir devletin egemenliğinin, doğrudan üretim ekonomisi kudreti ve sahip olduğu altın rezervi ve enerji sektöründeki gücü ile orantılı olduğudur. Üretmeyen ülkelerin ise komisyonculuk düzeyinde kalması planlanarak ekonomisini şekillendirilir. Kabzımallık ile egemen ülke olunduğunu tarih hiç bir zaman yazmamıştır. Lübnan ortadoğuda buna çok tipik bir örnektir.

Para biriminin bir ülkede yabancı para birimlerine karşı değerinin yitmesi o ülkeye karşı özellikle sahip olduğu taşınmazları bağlamında yabancı sermayeyi cezbeder. Hele ki aşırı göç alan ülkelerde bu durum devletin tasfiyesi anlamına gelir. Kırım savaşı sonrası Osmanlı devletinin konkordato ilan etmesi benzer bir durumdur. Bugün Rusya ve Almanya’nın enerji ortaklığı ve neticesindeki Ukrayna savaşı ile doğudan batıya enerji aktarım hattının Anadoludaki devletin komisyonculuğuna emanet edildiğini kimse zannetmesin. Kâr paylarını alan ülkeler ve kuruluşlar ki buna işgalci Rusya’da dahil, Küçük Asya’yı Batı emperyalizmi ile her bakımdan pay etmiştir. Bu konu, 2015 tarihli FRIT anlaşmasıyla garanti altına alınan göçlerle, iyice heterojen bir gen havuzu haline getirilmiş olan pragmatik Küçük Asya halkının önemli bir kısmı tarafından dikkate bile alınmamaktadır. Öte yandan, kendi münbit ve yerleşime müsait geniş topraklarında asla yabancı göçmene tahammül etmeyen Rusya ve ona tâbi olarak SSCB sonrası da ağabeylik yaptığı Türkî devletler zincirine artık Türkiye de kısmen dahil edilmek yolundadır.

Gelecekte önemli olan, artık herkes nasıl ve nerede yaşamını sürdüreceğine bakmak zorunluluğudur. Ancak bunu yaparken onurlu olmak ya da onursuzluk bir seçenektir ki temel değeri de istiklâldir.

Saygılarımla

Dr.M.C.YAĞMURDUR

Devamını Oku

UYAN EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN

UYAN EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN
0

BEĞENDİM

 

19 Mayıs hareketi sadece Türklerin değil tüm mazlum milletlerin uyanışına doğru başlatılan bir kutlu yürüyüşün ilk adımıdır. 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramını, artık bu idrâkın başladığının bir ifadesi olarak kutlamak icab eder.

Halen, XVI.yüzyılın ikinci yarısından beri özellikle bütün Türk Dünyasına, kökenlerini, aynı isimle anılan Cromwell’in liderliğindeki İngiliz devriminde aramamız gereken “püriten hristiyanlığın” gözlüğü ile bakılmaktadır. XVIII.yy’a kadar Türkler ile İslam dinini özdeşleştiren Britanya emperyal sömürgeciliği, bilhassa Hindistan ve Arap yarımadasındaki müslüman nüfusu Bab-ı Ali’nin çozülmesi ve destabilize edilmesi için kimi tarikat ve cemaat yapıları üzeriden başarıyla manuple etmiştir. Zira İslam dünyasını kontrol etmek için müslümanlara şirin gözükmek, kendisini güneşin batmadığı imparatorluk olarak niteleyen İngiltere krallığının en temel politikası olmuştur. Onun için zaman zaman kraliyet ailesinden birilerinin (örneğin ihtiyar bir prens iken şimdi Charles III olarak taç giyen) müslümanlığa ilgi duyduğu hatta gizlice müslüman olduğu haberleri bazı basın yayın organlarında servis edilir.

Özellikle, 1991 sonrasında SSCB’nin daģılmasına müteakiben aynı gözlük ile doğu ve İslam dünyasına bakmaya ve panislamizmi ümmetçi birlik düşüncesini kontrol etmek için “hilafet bayrağı” adıyla kullanmak son derece ustalıklı bir siyasettir. Bu yüzden Panislamist bir hortlak şu aralar üzerimizde gezmektedir. Türk dünyası ise artık birliğini Vehhabilik ile sağlayamayacağını idrâk etmelidir. Bu birliğin nasıl sağlanabileceğinin formülü tarihin derinliğinde mevcuttur. Ancak onlar da puriten islamın menfaatperest ve acimasız politikalariyla gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içindedir.

Türk dünyası, bağrına İngiliz ve Rus emperyalizminin sapladığı Arap kamasını kısa vadede çıkaracak gibi durmamaktadır. Onun için doğudan batıya bilmem hangi koridor vb üzerinden birleşme hayalleri, Küçük Asya insanına yutturulan Osmanlı dirilişi rüyasına benzer ham hayaldir ve Türkleri uyutmak için güzel bir afyondur. Yukarıda izah etmeye çalıştığım nedenler ile, hazindir ki hala Türk dünyası devletleri XIX.yüzyıldan kalma çağdışı bir zorlamayla “ulusal gibi görünen ama değil”, “dinsel birlik/ümmet” dayatmaları altında halkının refahını değil cebini gözeten pragmatist otokrasilerin pençesinde küresel sermayenin uşaklığını yapmaktan ve doğudan batıya bir enstruman olmaktan kendisini kurtaramamaktadır.

Saygılarımla

Dr.M.C.YAĞMURDUR

Devamını Oku

DİRİYE VE ÖLÜYE SAYGI

DİRİYE VE ÖLÜYE SAYGI
0

BEĞENDİM

Dirisine saygı duymayan doğu pragmatizmi ölüsüne hiç duymaz sadece duyuyor gözükür. Anomik yani kural tanımaz toplumların en belirgin özelliğidir bu. Yapıyormuş gibi görünmek, ahlâki olmayan yasalcılık ve yasak savmak esastır.

Zaten kanun ve yönetmelikler, toplumun değil bir avuç oligarkın çıkarını gözetmek için yapılır. Yani minareyi çalan kılıfını hazırlar sözü bilgi üretmek ve onu refah sağlamak için basiretini terketmiş şark kurnazlığının fırsatçılığını anlatmak içindir. Pragmatik ve ampirik gözleme dayanan faydacılık, her zaman edinilmesi zahmetli teorik bilgiye muarrız olmuştur. Çünkü böyle toplumlarda bir avuç oligarkın yarattığı kült ve putlar, zihinleri uyuşturmak içindir. Çünkü, uyuşan beyinler telkine açıktır ve uzun vadeli sonuçları görebilecek kadar da sabırlı ve basiretli olamazlar. Böyle toplumlarda insanlar parklarda, bahçelerde, şehir meydanlarında önüne atılan yem ile karnını aceleyle doyurmaya çalışırken kendini ezecek tonlarca ağırlıktaki arabanın geldiğini bile farkedemeyen kuşlar gibidirler. Bu gafletin nedeni uyuşan zihinlerin, kendisini ya nedensel gerçeklik algısını kapatmasından, ya da artık algı da seçici hale getirilmiş olmasıdır.

Başka bir deyişle uyuşan zihinler, kendi kurgusu ve içsel hayalleri ile ya algısını kapatır ya da görmek istediğine kolayca yönlenir/yönlendirilir. Entellektüel kapasiteyi tüketmenin en güzel yolu budur. Diğer yolu da insanlık tarihinin hiç yabancı olmadığı bugün de el altından teşvik edilen halusinojenlerin yaygınlaşması çalışmalarıdır. Bugün de hala geçerlidir. Asırlardır doğu toplumlarında, entellektüel kapasite ezoterizm, mistisizm, cemaat, tarikat vb ile büyüsel ve mitik düşüncenin insan beyninin evrimsel gerçeği olduğunu derinlikli ve bilimsel analiz yapabilenlerin akla ve bilime dayalı stratejilerinin de katkısıyla, özellikle tüketilmiş ve uyuşturulmuş sonuç olarak atâlete itilmiştir.

Her iki durum da bilim ve bilimsel bilgi üretmenin zorluğundan kaçmak için bahane bulmaya yaramıştır. Telkin, cahil kitleler için kullanılırken, halusinojenler vb. de kendini havas gören entellektüel kitlenin atâleti için elzem görülmüştür. İnisiasyon-doktrin-metodoloji üçgeninde dayatılan bir şablon dahilinde ideolojilerde lider kültü, din alanında ise kanaat önderi yaratmak sıkça kullanılan sosyolojik hakikattir.

Böylece “şark”a has anomik yani kural tanımaz güç odakları yaratılarak devlet içinde devlet olma yolunda kural tanımazlık diri tutulur. Unutulmamalıdır ki, doğa bu tip toplumlarda kendi adâletini kendi yasalarınca gayet güzel uygular. Dirisine saygı duymayanlara, ölüsüne saygı duymayı öğretinceye kadar da bu devam edecektir. Bu noktaya gelmemenin yolu kural tanımazlığı terketmek, zihni uyuşturmamak ve bunu yaparken de yapılacak düzenlemelerde masumiyeti korumayı esas almaktır. Doğayı ve çevreyi koruyamayan toplumlar, insan aklına saygısı olmadığından masumiyeti hiçe sayar, ölüsüne de dirisine de saygı duymaz. Örneğin, geçtiğimiz ay yaşadığımız korkunç deprem felaketinden ne kadar ders alındığı ortadadır. Şehirler mezarlığa döndü, toplumun dirisi evsiz ölüsü de mezarsız kaldı. Bu ne insan aklına ne de vicdanına sığar bir durumdur. Ama şimdi mevcut enkazın üzerine hırsla inşaat yapmak gayretkeşliği, mezarlığın üzerinde tepinmek ve eğlenmek kadar utanç vericidir.

İnsan denilen varlık, aklına ve aklının gerçeklerine sahip çıkmadığı ve onu bilgi üretme yolunda kullanmadığı sürece vicdanlar susar, masumlar inler, zulüm devam eder, insan onuru ağır yaralanır. Oysa sevgi dolu güzel bir hayat ve yaşanası güzel bir dünya için akıl saf, düşünce temiz, söz nezih, eylem ise işe yarar olmak zorundadır. Unutmamak gerekir ki arzın altında olanların sayısı toprağın üstünde olanlardan her zaman fazladır.

Saygılarımla

Dr.M.C.YAĞMURDUR

Fotoğraf: Kadim şehir Tarsus’un yetiştirdiği yurtsever yazarımız Sayın Hüseyin Sungur’un en son yayınlanan kitabından bir şiiridir

Devamını Oku

VATANIMIZ KUTSAL VE EKMEĞİMİZİN TEMİNATIDIR

VATANIMIZ KUTSAL VE EKMEĞİMİZİN TEMİNATIDIR
0

BEĞENDİM

3 Mart 1924-TBMM’ne meclise gelen yasalarla;

1.Halifelik kaldırıldı; Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din ve Vakıflar) lağvedildi
2.Erkânı Harbiye Nezareti kaldırıldı
3.Tevhidi Tedrisat (Eğitimde Birlik) sağlandı

Hilafet bir vekâlettir, vekâletin veraseti olmaz ve hangi kurum içinde olursa olsun devredilemez. Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, mürid ve mürşitler ülkesi değildir. Kimse ben bir tarikat kültürünün mümessiliyim iddiasıyla bir takım kisve ve kıyafetler ile insanları yönlendirmemelidir. Cumhuriyete bağlı sosyal devlet sınavını verebilmek, din, dil, ırk ve inanç ayrımı yapmadan vatandaşlık bilinciyle YURDUNA bağlı olan halkını kucaklayabilmekten geçer. Vakıflar dinsel kurumlardır. Şeriyye ve Evkaf vekâletinin lağvedilmesiyle tarihe karışmış ancak Tarikat ve Cemaat ögretilerinin doktrinlerini ve iktisadi çıkarlarını korumanın bir instrumanı haline geldiğinden “kurum” anlayışı ve adı ile çağdaş ve sosyal devlet ilkesine uygun olarak yeniden yapılandırılmak zorundadır.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Bu yüzden “bilen insan” eğitim ve hayatın eksenine oturmalıdır. Başka türlü inançlar ve kültür zenginliği korunamaz. Samimiyetle, yurt sevgisi temelinde insanımız birbirini kucaklamak zorundadır. Unutmamak gerekir ki ilimde esas kendini bilmek ve tecrübeyi aktarmak kültüre katkıda bulunmaktır.
Öte yandan “Erkân-ı Harbiye” vekâlet edilesi bir kurum değildir. Ancak, siyâset ve parti üstü bir kavram olarak ulusal çıkarları gözetmek zorundadır. Kendisine DİNSEL İDEALLER asla KOYAMAZ, insanî idealler koymak zorunda olup onu da VATAN SEVGİSİ ekseninde şekillendirmelidir.
EĞİTİM ya da MAARİF kavramı bu ilkeler doğrultusunda POZİTİVİST VE RASYONEL esaslara dayalı BİLGİ AKTARACAK DEĞİL BİLGİ ÜRETECEK şekilde olmalıdır. Bu sayede, Türk Ulusu muassır medeniyette kendisine yaraşır bir konumda yer edinebilir.
Arza sağlam “kadem etmeyenin” miracı olmaz. Cumhuriyet ilkelerini benimsemek sosyal devlet olmak yolunda ilerlemektedir. Bilimle toplumun ayağa kaldırılması demektir. Maalesef ülkenin entellektüel kapasitesi bir yandan atâlet içerisinde kibirle ve bencillikle kendi konfor alanında mutlu iken diğer yandan cehaletle boğuşan fakir halkın tarikat kisveli püriten kör inançlar ile uyutulması geleceğimizi daha fazla karartmamalıdır.

Saygılarımla

MCY

Devamını Oku

DEVLET VE SİYASET ONDAN NE ANLADIĞINIZLA YAKIN İLGİLİDİR!

DEVLET VE SİYASET ONDAN NE ANLADIĞINIZLA YAKIN İLGİLİDİR!
0

BEĞENDİM

Devlet ve siyaset doğu ve batıda çok farklı telakki edilmiştir. Dev’let yenmek baskın gelmek demektir. Siyaset ise seyis olmak yönetmek anlamındadır. Batıda devlet kelimesinin karşılığı status yani “durum ve denge” anlamlarını ihtiva ediyor. Siyasetin karşılığı olan politika ise çoklu oyun demek.

Bugün batı toplumlarının organizasyon ve hukuksal kökenini önemli ölçüde Roma imparatorluğundan aldığı bilinir. Burada hukuk-ierus kavramı “status” kavramı için son derece merkezi rol oynar. Konuya bu açıdan baktığımızda hukuk kamu ve bireysel hukuk bağlamında ele alınır.

Öte yandan Roma imparatorluğunun “corpus ierus civilis” denilen bireysel hakları ele alan hukuk külliyatı 6.yy da olgunlaşmış ve son Latince konuşan Roma imparatoru Justinianus I ile iyice vücut bulmuştur. Kamu hukuku kavramı ise dinsel alanda olmak kaydıyla ilk defa İslam uygarliğında ele alınmaya çalışılmıştır. Elbette ele alındığı coğrafya doğu Roma hükümranlık bölgesi olmuştur. Oysa ki burada dikkatten kaçmaması gereken husus Hz Muhammed’in bir peygamber olduğu için mi dev’let reisi olduğu yok sa dev’let reisi olduğu için mi peygamber olduğu konusudur. Teolojik olarak yaklaşmaksızın bu konunun tartışılması hevâric kökenli fakih ve ulema tarafından hiç bir zaman hoşgörülmemiştir. Dolayısıyla dev’let ve siyaset anlayışı semitik gelenekten geldiği için bu durum kaçınılmaz olmuştur.
Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirilen Atatürk devrimleri, bu yüzden laiklik vurgusu yaparak seküler sorunların da “lâ dinî yani profan” alanda olmasını ön görmüş, bir başka deyişle “ierus gentilium” dediğimiz kamu hukuku açığını dini rükünlerden taşra değerlendirerek dev’let aygıtını modern anlamda “status” olarak inşa etmeyi hedeflemiştir.

Roma Cumhuriyet döneminde diktatörlük dönemine geçişte meşhur bir motto vardır çok ilginçtir “cuieus regio, ieus religio” yöneten kim ise inancı o belirler anlamındadır. Bu durum, bir yandan tarih boyunca tacın papalar tarafından kutsandığı Batı Avrupa monarşilerinde ve onların aralarındaki savaşlarda, bir yandan Doğu Roma’da imparator ve Patrikhane münâsebetlerinde olduğu kadar Safevi ve Osmanlı mücadelerinde de etkili olmuştur. İşte bu yüzden kanımca laiklik modern devlet anlayışında olması gereken çok önemli ve çağdaş bir uygulama olarak tüm inançların garantisidir.

Üzülerek görmekteyiz ki şiddeti kutsayan karanlık tabiatlı sözde uygar batı, hala püriten dinsel gözlükle doğu dünyasını yönlendirmeye ama sinsi ve uzun vadeli politikalarını da emperyal çerçevede dayatmaya devam etmektedir. Bu durum çok ciddi şiddet içeren bir kutuplaşmayı kaçınılmaz kılar.

Maalesef dünya çok tehlikeli bir kutuplaşma ile karşı karşıyadır. Nükleer güç yarışı bugün soğuk savaş döneminden daha ciddi bir tehlike olarak uygarlığımızı tehdit etmektedir. Unutmamak gerekir ki düşünmekten kaçtığımız her sorun sonumuzu hazırlamaktadır.

Sonuç olarak, bu bağlamda Adriyatikten Çin denizine değin geniş bir coğrafyadaki Türk topluluklarının konuya laik ve rasyonel akıl çerçevesinde bakması, bir an evvel status olabilmenin ancak bu şekilde akılcıl düşünerek mümkün olabileceğini idrâk etmesi gerekmektedir. Siz kendinizi tanımazsanız sizin zaaflarınızı size karşı kullananların oyuncağı olmaktan kurtulamazsınız. Kâht-i ricâl ile de bu idrâk mümkün değildir. Zira bu durumda, nefsi ile oynaşan yani kendine seyis olamamış güç sahipleri yönettikleri topluluğa hizmet etmeyi değil o topluluğa seyis olmayı onların sırtına binmeyi siyaset yapmak zanneder.

Saygılarımla

Dr.M.C.YAĞMURDUR

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.