34,7999$% 0.27
36,8294€% -0.07
44,4413£% -0.01
2.942,59%0,29
2.631,51%0,02
10.081,00%1,46
3483853฿%1.84169
İçinde hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, yalan söylemek, adam kayırmak, sözünün sahibi olmamak, anayasaya, yasalara ve kurallara uymamak, başkalarının haklarına saygı göstermemek, kamu malını çalmayı bir uyanıklık olarak görmek, kadına şiddet, cinsel taciz, tecavüz ve sübyancılığın da olduğu bu listeyi daha da uzatmamız mümkün.
Bu değerlendirmeye ülkemizde hemen hemen her dünya görüşünden insan katılıyor. “Hayır, ülkemizde ahlaki çöküntü yoktur” diyen bir tek kişi bile yok. Yani bu ahlaki çöküntü hastalığının ülkemizde var olduğu ve son yıllarda giderek arttığı kabul ediliyor ama nedenleri ve tedavisi üzerindeki görüşler farklı.
Dünyada ahlaki çöküntü olarak adlandırılan ve içinde hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, kadına yönelik şiddet gibi suçların yer aldığı listelerde ülkemizin karnesi hem iyi değil hem de yıllara göre daha da kötüleşiyor.
Ahlaki çöküntünün birçok nedeni olabilir. Bunun teknik olarak ayrıntılı incelemesini uzmanlarına bırakalım. Ama yine de ahlaki çöküntünün tavan yaptığı, giderek daha da kötüleşmeye devam ettiği bu dönemin en büyük özelliklerinden bahsetmemiz gerekirse; iktidar tarafından topluma devamlı din pompalanıyor, anayasa yok sayılarak laiklik dilimleme siyaseti ile aralıksız şekilde aşındırılıyor, ekonomik imkanı iyi olmayan ailelerin çocuklarının neredeyse ezici bir çoğunluğu dini eğitime mecbur ediliyor, görünen ibadet ve baskıcı tedbirler arttırılıyor, çağdaş, akılcı, sorgulayıcı ve bilimsel eğitim ve öğretim yerine dindar ve kindar bir eğitim ve öğretim peşinde koşuluyor ve toplumun ahlaki olarak durumu ters orantılı olarak devamlı kötüye gidiyor.
O zaman şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım; “Tek başına dinle ahlaki değerler yüceltilebilir ve ahlaklı bir toplum yaratılabilir mi?” diye. Ne yazık ki cevabımız “Hayır!”. Bu net ve kesin değerlendirmeyi nasıl mı yapıyoruz? Öncelikle bin bir acıyla dolu ve ders alınması gereken insanlık tarihine bakarak! Ortaçağ’da her şey dindi. Din; bilim, sanat ve felsefe dâhil tüm alanları esir almıştı. Ama bu dönemde ahlaki değerler yükselmedi, tam aksine düştü. Çok acı çekildi ve insanların din adına oluk oluk kanları aktı. İnsanlık bugünkü medeniyet çizgisine bu zorlu dönemi aşarak ulaşmış olsa da bu tüm insanlığın o dönemi aşabildiği ve bugün bu medeniyet çizgisini yakaladığı anlamına gelmiyor.
Din inanç ve itikat sınırları içinde kalırsa, ahlaklı bir toplum yaratılmasına katkı sağlar. Ama tek başına hayır! Dini baskıyla, korkuyla, bedene yönelik fiziki şiddetle hem bireysel hem de toplumsal ahlakı sağlama düşüncesi, insanlığın geçmiş dönemdeki aklının bir ürünüydü. Korku ile ahlaka yönelik caydırıcılık, uzun dönemde mümkün değildir. Çevrenize bakın; küçük yaştan itibaren korku ve şiddet kültürü içinde büyütülen insanların ahlaki çizgisinin pek de iyi durumda olmadığını göreceksiniz.
İnsanlığın gelişimi, aynı insanın gelişimi gibidir. Korkutarak, kol keserek, kırbaçlayarak, falakaya yatırarak ve asarak ahlakı sağlama düşüncesi, insanlığın çocukluk dönemi aklının ürettiği kavramlardır. Yine bu dönemin aklına göre esas olan kısas ve ibrettir ve kadın cinsiyeti üzerinden bir ahlak anlayışı vardır.
Aydınlanma ile birlikte gelen ve hala evirilmeye devam eden akılcı ve bilimsel düşünceye göre; ahlak insan merkezlidir ve sevgi odaklıdır. Asla insan bedenine yönelik şiddet söz konusu olamaz. Kısas ve ibret değil, ıslah esastır. Kadının cinsiyeti ahlaki normlar içine girmez. Kadının saçının veya diz kapağının üstünün gözükmesi ahlaksızlık olarak yorumlanamaz, onun bireysel özgürlüğü içindedir.
Ahlaksızlık; sahte imza atmaktır, yalan söylemektir, kamu malını çarçur etmektir, ihalelerden komisyon almaktır, liyakati yok saymak, partizanlık yapmak, bir devlet görevlisi olarak değerli hediyeler kabul etmektir. Eğer bir toplumda kadının cinsiyeti üzerinden ahlak anlayışı inşa edilmiş veya edilmeye çalışılıyorsa; burada ahlaksızlık tavan yapar.
Türkiye’deki ahlaki çöküntünün bir numaralı müsebbibi iktidardır. Çünkü iktidar, insanlığın geçmiş dönemdeki yani Ortaçağ’da kalan ahlak anlayışını günümüzde yeniden inşa etmeye çalışıyor ve özellikle içini hurafelerle doldurduğu eğitim sistemi ile genç zihinleri kirletiyor. Sonuç ortada!
Halbuki çağımızın değişmeyen tek kuralı değişimdir. Doğal olarak ahlaki normlar, suç ve ceza kavramları, eğitim ve öğretim yöntem ve metotları, ekonomi, bilim ve teknoloji de değişiyor. Artık bu değişimin dışında kalanların yaşamasına ve varlığını devam ettirmesine imkan vermeyecek bir gelişimin içindeyiz. Geçmişin aklı ile günümüzün sorunlarını çözebilmek mümkün değil. Bu sorunlar, 20 yıl önce karşılaştığımız sorunların aynısı olsa bile! Çünkü bilim sürekli ve hızla değişiyor.
Tüm zamanların en ünlü bilim insanı Albert Einstein, 1942’de Oxford Üniversitesi Fizik Bölümünde hocalık yapmaktadır. Bir gün üniversite yerleşkesinin bahçesinde dolaşırken bir asistanı yanına yaklaşır ve sorar; “Hocam bu sene son sınıflara soracağımız fizik sorusu geçen sene sorduğumuz sorunun aynısı değil mi? Bu doğru olur mu?”.
Albert Einstein, asistanının suratına bakar ve “Sorduğumuz soru geçen yılkinin aynısı olmasına aynısı ama yanıtı aynı değil” diye cevap verir. Einstein’in 1942’de vermeye çalıştığı bilimsel farkındalığın hiç değilse 2020’de bizde de ders alınacak bir karşılığı olmalı!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.